Gül üzerine konuşmaya devam ediyor; 19. yüzyılda edebi metinleri etkileyen, çiçeklerin dili üzerine yazılmış farklı kitaplara bakarak gülün farklı türlerine hangi anlamlar yüklendiğine bakıyoruz.
Geçtiğimiz programlarımdan birinde, 19. yüzyıl başlarında kültürel bir ikon olarak ortaya çıkan çiçeklerin dilinden bahsetmiştim. Güzelliğin yüceltildiği, Rafael-öncesi sanat akımının etkili olduğu bu dönemde -çiçeklerin farklı kültürlerdeki sembolik anlamların dışında- yeni bir edebi ürün olarak çiçeklerin diline dair el kitapları da moda olduğundan bahsetmiştim. Fransa’da başlayan bir akımdı ama sonra İngiltere’ye ve tüm Avrupa’ya da yayıldı. 1840 yılından itibaren çiçeklerin dili farklı ülkelerde ufak tefek değişikliklere de uğrayarak bütün Avrupa’da bilinmeye başlar. Katı ahlaki kuralları olan Viktorya döneminde, çiçek buketleri alıp vermek üstü örtülü, mesajlar iletmenin bir yoluydu ve her bir çiçeğin ifade ettiği anlam, sıkı sıkıya takip edilen ve neredeyse her evde olan çiçek dili kitaplarında net olarak belirlenmişti.
Fikrin özü, her bir çiçeğin farklı bir anlam taşımasıydı ki yaka çiçeği, çiçek demeti ya da buket yoluyla çiçeklerle bir cümle kuruluyor; mesaj öyle iletiliyordu. "Konuşan Buketler", İngilizce adıyla “tussie-mussie” de o zaman moda olan, “burun buketleri” olarak da adlandırılan çiçek tasarımlarıydı. Dairesel bir tasarımla sıkıca bir arada tutulan kokulu bitkilerden yapılan ve belli mesajlar ileten bu “burun buketleri” Viktorya döneminde gelenekselleşen popüler armağanlar oldu. Sıkıca tutulan iki elde tutulan küçük buketler, özel günleri kutlamak amacıyla veriliyordu. Günümüzün gelin buketleri biraz daha büyük olsa da modern bir tussie-mussie örneğidir diyebiliriz aslında.
İşte bu buketler için rehber niteliğinde olan ilk kitaplardan biri 1811 tarihli: B. Delachenaye’nin yazdığı, Abecedaire de Flore. 10 yıldan geçmeden de Charlotte de la Tour en popüler çiçek dili kitaplarından birini yazmış; bu sözlükteki kimi çiçek maddelerini de olduğu gibi Language des Fleurs’de kitabında kullanmış ve bu çalışma da farklı dillere çevrilerek diğer ülkelere de yayılmış.
İlk İngilizce el kitaplarından olan Floral Emblems (1825)’i ünlü bahçecilik yazarı Henry Philipps’e ait. Philipps, Fransızca yazılan La Tour’un yer verdiği kimi açıklamaları olduğu gibi almış olsa da bazılarını değiştirmiş ya da yenilerini üretmişti.
La Tour ve Phillips’in Delachenaye’dan aldığı kimi örnekler aynı: Yaban gülü “şiir” kavramını karşılarken, misk gülü “kapris ya da havai güzelliği”, sarı gül ise “sadakatsizliği” ifade ediyor. Delachenaye ve Philipps kurumuş beyaz gülün “Ölüm, masumiyeti kaybetmekten daha iyidir” anlamı taşıdığı konusunda birleşmiş ama La Tour nasıl olduysa bunu atlamış. La Tour’un ekleyip Philipps’in de yine kitabında yer verdiği diğer maddeler ise şöyle: Beyaz gonca “Sevgiyi bilmeyen kalp”; çardak gülü Rosa banksia ya da diğer adıyla Ponpon gülü “kibar, zarif, soylu”; Misk gülü “şehvet dolu aşk”; bizim okka gülü dediğimiz, melez bir gül olan Rosa centifolia, “Cazibe ve inayet” ve gül çelengi “zaferin ödülü” diye tanımlanmış. Öte yandan ilk İngilizce kitapta “Ebedi güzellik” kavramı, Fransa’da yapıldığı gibi Şam gülü değil, Çin gülü ile özdeşleştirmiş.
Phillips’in çiçeklerin dili kitabında açmış yaban gülü, “yalınlık”, Şam gülü “tenin tazeliği”, Japon gülü ise “Güzellik, senin tek çekici yönün” anlamına geliyor. Ama burada dikkatli de olmak lazım, Japon gülü burada kamelya anlamına da geliyor olabilir.
Çiçeklerin dilinin kökeni, bir iddiaya göre Osmanlı haremine uzanıyor. Oryantalist yazarlar, İstanbul’da gerçekten de böyle bir iletişim dili olduğundan söz ediyor; İstanbul’da eşinin elçilik görevi nedeniyle bulunan Lady Mary Wortley Montagu’nun 1763 yılında yazdığı bir mektubunda olduğu gibi… Avrupa sosyetesindeki arkadaşlarına yazdığı mektuplarında Lady Mary, özellikle kadınların kullandığı çiçekler yoluyla yapılan bir mesajlaşmadan da bahsediyordu ama çiçeklere doğrudan bir anlam yüklemeden şiirin standart kurallarına uygun kafiyeler oluşturacak şekilde kullanıldığına da açıklık getirmişti. Bu iletişim biçiminde, çiçekler, meyveler, sebzeler, tohumlar, ufak dal parçaları; belki bir iğne, bir taş, mürekkep, saç gibi bir miktar küçük, taşınabilir ve sıradan nesneler de dil göstergeleri olarak kullanılıyordu. Çoğunluğunu çiçeklerin oluşturuyor olması “çiçek dili” adının kullanılmasında etkili olmuş olabilir.
Charlotte de la Tour, kitabında “Bir sırrı asla ifşa etmeyen ve ortalığa dökmeyen bu incelikli ve dahiyane mektuplaşma, bu üzücü mekanlara aniden yaşam, hareket ve heyecan katmış oluyor” diye eklemiş. Avusturyalı şarkiyatçı Joseph von Hammer, sadece kadınların bildiği, boş zamanlarında kendi aralarında eğlenmek için geliştirdikleri bir dil olduğunu öne sürüyordu ama kimi uzmanlar erkeklerin de kadınları baştan çıkarmak amacıyla bu şifreli dili kullandığını söylüyor.
İngilizce konuşan ülkeler, Fransa’da ortaya çıkan çiçek dilini olduğu gibi almamış, belli düzeltmeler de yapmış. İngiliz ve Amerikan antoloji yazarları belli geleneklere uymayınca - Shakespeare’ın sonelerinde temsil ettiği anlamları karşılamayınca örneğin- değiştirme yoluna gitmiş. Dinsel inanışlara göre de değişime uğramış: Çarkıfelek çiçeğinin “inanç” yerine, “hurafe”yi göstermesi; ya da zambakgillerden sümbülteberin anlamının şehvetperestlikten, “iffetli” olmaya ya da “sevimli bir kız gördüm” anlamına evrilmesi gibi…
Çiçeklerin dili o kadar popüler olur ki bu kilise tarafından bir ahlak eğitimi verme yöntemi olarak da benimsenir. 1861 yılında Çiçeklerin Katolik Dili diye rahibelerin kullanabileceği, çiçeklerin anlamlarını içeren bir novella, kurallar manzumesi yayımlanmış. Bu kitapta gülle ilgili 1o ayrı madde var… İlk olarak belli bir tür farklılığını belirtmeden genel anlamıyla Gül’ün “İsa’nın kutsal kalbini” temsil ettiği yazılmış. Pembe gülün “Bakire Meryem’in kutsal kalbini”, gül ağacının “nafile sevinci”, yabani gülün “tuzak ve hileyi””, Şam gülünün “lütufkarlığı”, kuşburnunun “masumiyeti”, misk gülünün “Bakire Meryem’in Çocukluğu”, beyaz gülün “kutsal ölümü” simgelediği belirtilmiş.
1842 yılında şair Thomas Miller’in kitabı Poetical Language of Flowers da gül ile ilgili yine çokça açıklama var. Maiden’s Blush Rose (genç kız pembeliği) “utangaçlık”; misk gülü goncası “aşkın itirafı”, gülün çiçeksiz sürgünü ise “ayrılığı” anlatıyor. Hem La Tour hem de Philips, Gülün “güzellik” göstergesi olduğu konusunda birleşmişler ve farklı türde güller için yeni anlamlar eklemişler. Thomas Miller ise güzellik kavramını, muhtemelen bitki listesinde olası karışıklığa yol açmamak için. sadece tamamen açmış gül ile özdeşleştirmiş.
Çiçeklerin diliyle ilgili Amerika’da yapılan ilk çalışma olan, H. Bourne’un Flores Poetici kitabında, diğerlerinde olmayan keyfi anlamlar da eklemiş. Şöyle ki Rosa centifolia (Okka gülü, provans gülü) “izzeti nefis, haysiyet, asil ruh”; Misk gülü ise “yüksek değerler”, Provans gülü ise “gençlik, aşk ve güzellik” anlamına geliyor.
Çiçeklerin dilinin artık köklü bir geleneğe dönüştüğü 1860’larda John Ingram, Flora Symbolica’yı yayımlar; çok daha ayrıntılı ve geniş kapsamlı yeni bir trendin önünü açmış olur. Ingram ve onun arkasından gelenler, ilk eserlerde bulunabilen hatta yakın zamanda çiçek pazarlarına yeni gelmiş bitkilerin de eklendiği tüm göstergeleri bir araya getiriyorlar. Kimi durumlarda Viktoryen döneminin son yıllarına ait derlemelerde, aynı bitkinin farklı isimleri olmasına rağmen bilmeden farklı anlamlar atfedilmiş. Birçok karışıklığa sebep olmuş bu elbette: Örneğin, Ingram’ın kitabında yanlışlıkla -karanfil ailesinden rana nakıl- Rose campion (Lychnis coronaria) sanki bir gül türüymüş gibi yanıltıcı bir biçimde Campion rose olarak yazılmış.
Ingram da Gül’e “aşk” anlamını atfetmiş; yaban gülü için ne zaman hangi anlama karşılık geldiği belirtilmeden iki farklı anlam önermiş: “Şiir” ve “İncinmek”… Rosa centifolia, Latince ya da İngilizce mi yazıldığına bağlı olarak “Aşkın elçisi” olarak ya da “Zarafet ve letafet” anlamına geliyor.
19. yüzyıl sözlüklerinde, Fars sarı gülü ya da Avusturyalı bakır gül de denen (rosa foetida) “Hoş, latif sanatlar”, kırmızı Burgundy gülü “Güzelliğinin farkında olmayan”; Mera gülü ya da alçak gül olarak bilinen yalın kat Caroline gülü (Rosa Carolina)”Aşk, tehlikelidir”; kuşburnu “zevk ve acı”; tam açmış Batı Asya’ya özgü bir gül türü olan eglantine (Rosa Rubicinosa) “Aşkın azalması”; Maiden blush (genç kız pembesi) gülü “Eğer beni seversen, aşkı keşfedeceksin.”, koyu kırmızı gül “mahcup olma”, dikensiz gül “ilk bağlılık”, tek bir gül “Güzel olduğumu söyleme”, beyaz gül “Ben sana layığım”, çalı tipi gül ise “savaş” demek…
Farklı türler ve varyasyonları hep farklı anlamlar yükleniyor olsa da bir gül yaprağının anlamı “ben asla ısrarcı değilim” ya da “Umutlanabilirsin”; demek iken solmuş beyaz gül “geçici cazibe”, bir demet misk gülü “cazibe”; bir demet otun arasında gonca gül “iyi bir arkadaşlık dünyaya bedel” cümlesini ifade ediyor.
Ve yüzyılın ortalarına gelindiğinde, bir çiçeğin taşınma şeklinin, ya da beden üzerinde duruş şeklinin hangi anlama karşılık geldiğine ve anlamı nasıl değiştirdiğine dair kurallar yayımlanmaya başlar. 1880’lere ait bir yayımda şöyle nüanslar var: Eğer bir çiçek baş aşağı verilirse, belirtildiği gibi değil, onun zıt anlamını dolaylı olarak ifade ediyor. Dikenlerinden arındırılmış ama yaprakları bırakılmış bir gül goncası “Artık korkmuyorum, umudum var” duygusunu iletiyor. Burada dikenler korkuyu, yapraklar ise umudu sembolize ediyor. Yapraklarından da dikenlerinden de arındırılmış, sadece goncası bırakılmış gül ise “Ne kork, ne umutlan” demek…
Güllerin ifade ettiği anlam, pozisyonlarına göre de değişiyor. Kadife çiçeklerini başa takarsanız, “ruhsal acı”, göğüs kısmına, yakaya takarsanız “ilgisizlik, alelade olmak” demek…Birine gül verildiğinde, sağ ele doğru yatırılıyorsa cümleciğin öznesi olarak “ben” sola doğru yatırılıyorsa “sen” olarak anlaşılması beklenir. Eğer sunulan gülü, dudağına götürüyorsa karşısındaki söyleneni onaylıyor ya da evet diyor anlamına geliyordu. Yanıt “hayır” ise bu bir taç yaprağını koparıp, fırlatarak gösteriliyordu. “Sana öneriyorum” derken bukete Amerikan sarmaşığı da ekleniyor; dilek ya da arzu ise buket bir sarmaşıkla sarılarak anlatılıyordu…
Ve böylece uzayıp giden bir liste… Peki, bunları ne kadar ciddiye almak gerek? Farklı kitaplarda yazılan anlamları arasındaki çelişkili anlamlar o kadar çok ki Viktoryen dönemi romanlarında standart bir kurallar dizgesi olduğunu kabul etmek pek mümkün değil. 20. yüzyılın başlarında, çiçeklerin dili kitaplar yayınlama furyası giderek soluyor, yerine posta kartları dekoratif kartlar geleneği sürdürmeye devam ediyordu.
21. Yüzyılın başında çiçek sanatının çiçek düzenlemelerinin -yeni nüanslarla geleneği de koruyarak- temel dayanaklarından biri olur. Bugünün web sitelerine baktığınızda beyaz gülün “masumiyet”, kırmızının “aşk ilanı” sarının “sadakatsizlik ve kıskançlık”, pembenin “zarif ve ayrıcalıklı olma”, York ve Lancaster gülünün daha önce olduğu gibi “savaş “anlamına gelmediğini ama “birlik, bütünlük ve uzlaşma” anlamına geldiğini görüyoruz. Lavanta ve pembemsi mor 19. yüzyılda hiç iddia etmemiş de olsa “gizem” anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
Şarkıcı / Yorumcu | Parça Adı | Albüm Adı | Süre |
---|---|---|---|
Dört Mevsim-Yaz | Antonio Vivaldi |